Silüetler ve Okunmamış Kitaplar

 Aslında bugün yürürken fark ettim, çevremde benim için ne çok silüet var. Silüetler de birer insan ama ben gibi değil sanki veya ben içten içe onların da ben gibi olduğuna inanmamak taraftarıyım. Birçoğu aslında aynı derdi paylaşıyor, aynı düşüncelerle nefes alıyor, benzer inançlarla yaşıyorlardı. Çok değil birkaç ay önce bu gibi sorular pek uğrak olmazdı kafama. Kendime odaklanmak asıl amaçtı. Ama şimdi asıl merak ettiğim silüetlerin neler düşündüğü, neler yaşadığı. 

Kütüphanemdeki kitaplara azıcık baktığımda benzer bir arzu yaşıyorum içimde: okuduğum kitaplar var, hiç yok değil ama beni asıl heyecanlandıran saatlerce okuyup zaman geçirdiğim kitaplardan çok okumadıklarım, okuyamadıklarım. Zaten geçmişten böyleydi bu, azalmak bilmez iştahım kitap okumak konusunda durmazdı hiç. Bu tat kaçıran bir iştah çoğu zaman... Bazen yediğim yemeğe de odaklanmak istiyorum ama nafile.

Silüetlerin dünyasında benim de bir silüet olduğumu düşünüyorum bazen. Gerçekten de öyleyim. Dünyanın çoğu için bir silüetim ben, okunmamış bir kitabım. Çoğu insan da benim için öyle... Bunu fark etmek acı verici ama aynı zamanda rahatlıyor insan. Çoğunlukla maske takma gerekliliği duymuyorum artık çünkü ne de olsa sadece bir silüetim.

Comments

  1. Nefis bir yazı, hele son paragraf... Ben de bir silüetim ve bunu hiç bu şekilde tanımlamışım daha önce onu fark ettim. The Silhouette Without a Mask. Al sana öykü adı. :) Yazarsın ve biz de okuruz belki bir gün.

    ReplyDelete

Post a Comment

Popular posts from this blog